Tarihçe
  • Beyaz Köşk ve Mansur Bey Dönemi (1957-1963)

    •  1957 yılında meteor felaketinin ardından şehre gelen yabancılardan biri olan Kuklacı, Eminönü'nün limanlarında bir takım kukla ve küçük büyü gösterileri yapıyor, halkı etkileyerek para kazanıyordu. Daima maskeli olan yüzü ve insanları şaşırtan numaralarıyla eğlenceli ve heyecan verici, aynı zamanda da ürkütücü bir kişilikti. İstanbul'da felaketten kurtulan az sayıda sanatkardan biri olan ressam Mansur Bey hatırı sayılır bir servete sahipti. Servetini İstanbul'un yaratıklarla mücadelesi için idareli bir şekilde kullanıyordu. Mansur Bey'in aynı zamanda İstanbul içinde önemli bazı çevreler üzerinde nüfuzu vardı. Sözü dinlenen bir kişilikti. Verdiği mücadelelerde genellikle kendi geliştirdiği çözümleri uygular, başkalarının bulduğu çıkış noktaları üzerine para ve emek harcamak istemezdi.

       Bu trajedinin ortasında, insanların moralini düzeltmek için küçük eğlencelere de ihtiyaç olduğunu savunduğundan, arada sırada fasıllar ve mini gösteriler organize ederdi kendi beyaz renkli köşkünde. Bu eğlencelerden birinde, şehirde büyü gösterileri yaptığını duyduğu Kuklacı'yı da çağırttırdı ve gösterisini ilgiyle izledi. O sıralarda artık sokaklarda sıklıkla rastlanılabilen büyü ve yarattığı gizem zihnini meşgul ediyordu. Gösterinin ardından Kuklacı'yı bir müddet alıkoydu, onun çok daha heyecan verici bazı numaraları olduğundan neredeyse emindi. O gün ve daha sonraki günler Kuklacı ile daha çok büyü içerikli uzun sohbetler yaptı.

       Bu beklenmedik alaka ve sohbetler üzerine Kuklacı da bir arayış içine girdi ve bir süre sonra insan hücreleri ve bir kısım muhteviyatı zengin materyal ve çeşitli uygulamalar eşliğinde o sıralarda Eminönü'nde bolca bulunan farelerden güçlü ve dayanıklı bir ırk yapılabileceğini ve bu ırkın yaratıklara karşı savaşta kullanılabilecek sadık birer hizmetkar haline getirilebileceğinden bahsetti ona. Mansur Bey bu büyü için büyük bir maddi destek ve insan gücü ortaya koydu. Mansur Bey'e göre her şeyin kesin bir sona gittiği aşikardı ve yapılması gerekenin hakkında yapılacak ahlaki bir takım tartışmalar bu sonu hızlandırmaktan başka hiç bir şeye yaramayacaktı. Bu yüzden bu büyünün halk üzerinde yol açacağı tepkileri geciktirmek için bu işleri mümkün olduğunca gizli yürüttü. Bir yıl süren bir çalışma ve bir sürü başarısız deneyin sonunda kuklacı, Mansur Bey'in de fikirsel ve çizimsel yardımlarıyla ilk fare-insan karışımı yaratığı ortaya çıkardı. Mansur Bey bu yaratığın, gücüne, bağlılığına ve azmine hayran kaldı. Yaratığın en büyük özelliği ise üreyebilmesiydi.

       Bu başarının sonrasında Mansur Bey, Kuklacı'nın desteği ile bir süredir dedikodusu yapılan, Beyaz Köşk organizasyonunu resmen kurdu. Fare-adam adı verilen bu esrarengiz yaratık gizli kapılar arkasında, şehrin bazı önemli kişilerine tanıtıldı. İlginç bir ikna kabiliyeti olan Kuklacı, Mansur Bey'in açık desteği ile şehir üzerinde bir çok kurumda söz sahibi olmaya başladı. 2 sene içerisinde fare adamlar da önceleri gizli olarak bir süre sonra ise açık açık halka hizmet etmeye başladılar ve saklı türlere karşı savaşta başarı göstermeye başladılar. İlk zamanlar yadırganan bu tür, zaman içerisinde halkın çoğu tarafından da sevildi.

       Gene bu iki sene içerisinde Beyaz Köşk'ün eski toplantılarına katılan bir çok kişi de organizasyona dahil oldu. İçlerinden Mansur Bey'in kuzeni Azat Bey, Mustafa bey ve Gaffar Bey gibi zekası oldukça keskin olan bazıları Kuklacı'dan büyü dersleri aldılar. Ve onun yardımcıları oldular. 1960-1962 döneminde Beyaz Köşk otoritesini iyiden iyiye sağlamlaştırdı..

       Tabii Beyaz Köşk'ün yükselişine olumlu yaklaşanlar olduğu gibi, bu organizasyonu tehlikeli bulan, faydasız olduğuna inananlar da vardı. Ve tabii Beyaz Köşk'ü çekemeyenler de. Aydın Bey de, şehir üzerindeki nüfuzunu git gide Beyaz Köşk'e kaptıran, zamanının güçlü kişilerinden biri idi. Onun önderliğinde birleşen bir grup zengin ve güçlü kişiler, Beyaz Köşk'e cephe aldılar ve yasal olarak Beyaz Köşk'ün kapatılması yönünde lobi yaptılar. O zamanlar şehri yöneten geçici valilerden Osman Hamdi Bey yönetiminde, şehir meclisinin toplantılarının yapıldığı Büyük Postane koridorlarında hararetli tartışmalar yankılandı. Bu meclisin üyelerinden biri olan, aynı zamanda Beyaz Köşk'ün yöneticisi Mansur Bey ve arkadaşları bütün bu lobi hareketine karşı var gücüyle savaştılar. Mansur Bey'in son konuşması, salonda büyük bir alkış tufanı kopmasına neden olmasına rağmen 1963 yılının soğuk bir kış gününde alınan Beyaz Köşk'ün yasal olarak kapatılması kararına engel olamadı. Ardından jandarma beyaz köşkü ve kurumlarını kapatmak için harekete geçti.

       Ancak Kuklacı'nın bir önerisi vardı. Ona göre Beyaz Köşk'ün kapatılması, İstanbul'un tarihten silinmesi için atılmış büyük bir adımdan başka bir şey olmayacaktı. Kuklacı, Mansur Bey'e yaptığı öneride jandarmayı durdurabilecek kadar büyük bir Fare-adam kadrolaşması yarattıklarını ve bu fare-adamlarla kararın uygulanmasını engellemeyi ve kısa süreli bir sıkı-yönetim kurmayı teklif etti. Meclisin aldığı karardan dolayı büyük bir öfke ve yeis içerisinde olan Mansur Bey artık güvendiği bir dostu haline gelen bu maskeli zat'ın önerisini kabul etti. Kuklacı, Azat Bey ve Gaffar Bey'le birlikte Beyaz Köşk'ü bir isyan için örgütledi. Karşı çıkanları hapse attırdı. Kısa bir süre sonra şehrin sokaklarında fare-adamlar, Beyaz Köşk mensupları, jandarma ve bir kısım halkın dahil olduğu büyük çatışmalar çıktı. Bu çatışmalarda bir çok kişi öldü.

       Zafer Kuklacı ve Beyaz Köşk'ün oldu. Beyaz Köşk açık olarak Eminönü'nde verdiği ilk savaşta boyun eğmediğini gösterdi. Halktan da bu olaya karşı tepki gösterenler Beyaz Köşk tarafından hapse atılmak sureti ile cezalandırıldılar. Beyaz Köşk şehir yönetimine el koymadıysa da, yönetimin artık beyaz köşk üzerinde hiç bir otoritesi kalmamıştı. Kuklacı kendi menfaatlerinin gerektirdiği şekilde bazı kurumların kapatılmasını talep etti. Bu talebi yerine getirildi. Aynı zamanda Aydın Bey ve etrafındaki Beyaz Köşk karşıtı kişilerin, Eminönü'nden sürülmesi talebi de yerine getirildi. Kısa bir süre sonra Aydın Bey ve beraberindeki bazı kişilerin ölüm haberi Eminönü'ne ulaştı.

       Bütün bu kıyım ve ölüme, olayların aldığı boyutlara şaşkınlık içerisinde tanık olan Mansur Bey, kendi içine kapandı. 1963 yılından itibaren Beyaz Köşk'ü artık tamamen Kuklacı yönetiyordu. 1 sene sonra soğuk bir kış akşamında Mansur Bey'in köşkün çatı katındaki çalışma masasında yanmakta olan daimi ışığının yavaş yavaş karardığı görüldü. Ertesi gün Mansur Bey'in sandalyesi devrilmişti. Naaşı Eminönü merkez mezarlığında toprağa verildi. Kuklacı bir kaç hafta boyunca ne bir emir verdi, ne bir söz söyledi.

  • Beyaz Köşk ve Kuklacı Dönemi (1963-1967)

    •   Mansur Bey'in her şeyden elini ayağını çekmesini takiben Kuklacı Beyaz Köşk'ü yönetmeye başlamıştı. Mansur Bey'in ölümünün ardından, Kuklacı'nın yönetimi resmiyet kazandı. Beyaz Köşk'ün İstanbul üzerindeki otoritesi kendiliğinden sağlamlaşıyordu. Azat Bey , Gaffar bey ve beraberlerindeki Beyaz büyücüler, halk arasında korkulan ve hürmet edilen kişilikler olmuşlardı. Kuklacı, sık sık Azat Bey'in heyecanlı kişiliği tarafından hazırlanan hızlı eylem planlarını olumsuz yanıtlıyordu. Azat Bey özellikle meclisin ve bazı kurumların yararsızlığının sırtlarına bir kambur teşkil ettiğinden yakınıyordu. Kuklacı için ise edinilen bağımsızlık yeterli gibiydi. Uzun uzun, köşkün resim atölyesinde oturuyor ve düşünüyordu. Fazla konuşmuyor, ancak emirlerini kesin bir şekilde ifade ediyordu. Büyüye hemen hemen hiç başvurmuyordu ancak büyünün gizemlerini öğrettiği diğerleri, onda saklı olan potansiyelin son derece farkında idiler. Kuklacı, fare adamların büyü ile ortaya çıkarılmasına ilişkin Mansur Bey'le hazırladığı bütün planları da hala gizli bir yerde koruyordu. Uzun zamandır büyü yoluyla fare adam üretilmemişti. Fare adamlar da zaten kendi aralarında hızla üreyebiliyorlardı dolayısıyla buna gerek olmuyordu. Fare adamlarının kuklacıya karşı tam bir sadakatle bağlı olmaları örgüt içinde olası bir isyanı engelliyordu. Her ne kadar Kuklacı'nın her yaptığını tasvip etmiyorlarsa da, Azat ve Gaffar Bey'lerin kuklacıya karşı ayaklanmak düşüncesi akıllarına bile gelmezdi. Diğerleri de zaten böyle bir şeye cesaret edemezlerdi. Kuklacı 3 sene boyunca şehri bu şekilde yönetti. 1967 yılının ılık bir yaz günü o zamanlarda oldukça az görünen güneş'in ışınları köşkün üzerine düştü.

       Kuklacı atölyenin perdelerini açtırdı ve saatlerce atölyede oturdu, resimleri inceleri, düşündü. Sonrasında Azat Bey'i çağırttı ve fare adamların tecrübelilerinden 100 kişilik bir kuvvet toplamasını söyledi. Ardından Azat Bey'e kendisinin ayrılma vakti geldiğini, köşkle ilgili artık hiç bir planının kalmadığını söyledi. Toplanan kuvvetle beraber Meteor bölgesinden geçerek batıya doğru hareket etti. Dönüşü fare adamlarca çok beklendi. Belki de hala vardır bekleyen.

  • Beyaz Köşk ve Azat Efendi dönemi (1967-1974)

    •  Kuklacı'nın ayrılmasını müteakiben şaşkınlık içerisine düşen Azat ve Gaffar Bey'ler önce ne yapacaklarını bilemediler. Ardından köşk üyeleri tarafından Gaffar'dan daha kıdemli olan Azat Bey'in (ki kendisine artık Azat Efendi denilmeye başlanmıştı) yöneticiliğin verilmesi kararı alındı. Azat Efendi döneminin en büyük farklarından biri Beyaz Köşk içinde varolan sadakat devrinin yavaş yavaş kapanmaya başlaması oldu. Fare adamlar yaratıcıları gittiklerinden beri daha az itaatkar olmuşlardı. Bir nevi özgür iradeleriyle karar verir hale geldiler. Beyaz Köşk'e karşı fare adam ayaklanmaları oldu. Güçlü beyaz büyücüler bu ayaklanmaların bir çoğunu bastırdılarsa da, bu baskı beyaz köşkten kopmaları engelleyemedi. 3-4 sene içerisinde köşke bağımlı fare adam sayısı üçte bire düştü.

       Bu süre zarfında bilime meraklı bir kişi olan Gaffar Bey, Eminönü'nde kalan az sayıda akademik kişi tarafından kurulan ve İstanbul'un kurtulması için kendilerini bilimsel çalışmalara adayan Genç Bilgililer adlı bir guruba maddi imkan ve çalışacak güvenli bir ortam sağladı. Aynı zamanda Beyaz Büyücülerin en güçlülerinden olan Gaffar, Genç Bilgililerin büyü alanındaki yüksek kültürden de faydalanmalarını sağladı. Beraber bir çok projeler ortaya çıkardılar.

       Bu projelerin belki de en çok bilineni "Makine"dir. Yani yaratıkları temizlemek amacıyla, çeşitli iş makinelerinin profilleri kullanılarak yapılan ve büyünün gücü ile çalışan, yok etme yetkisine sahip bir çeşit araç. Bu araçtan 2 adet numune ürettiler ve meteor bölgesinde denemeye açtılar. Prototiplerden biri başarısız olmuştu ancak diğeri 6 ay gibi çok uzun bir süre saklı türlerle mücadele ettiği halde bozulmadı. "Makine" başarılı olmuştu. Üretimi çok zor ve zahmetli olsa da buna değeceğini, Fare adamlarla artık bir yere ulaşılamayacağını anlayan Gaffar Bey Beyaz Köşk'ün mevcudiyetini korumak için bu projeyi var gücü ile desteklemeye devam etti.

       Ancak bazı şeyler geri dönülemeyecek noktalara gelmeye başlamıştı. Beyaz Köşk döneminde Meteor bölgesi, Sirkeci Garı çevresinden Galata Köprüsü ve Limanlara kadar olan kısım, hatta kısmen meteor bölgesi, Karaköy ve tünelden Beyoğlu'na kadar uzanan kısımlar güvenli bölgeler haline gelmişti. Ancak fare adamların önemli bir kısmının ayrılmasıyla, Beyaz Köşk, Eminönü için tam güvenlik sağlayacak bir otorite olmaktan uzaklaşmaya başlamıştı. Aynı zamanda Azat Efendi tarafından Beyaz Köşk hakimiyetinin korunmaya çalışması, Büyük Postane merkezli şehir meclisinin kapatılmasına kadar varılan üzücü bir noktaya taşınmıştı ki esas kopma noktası bu oldu. Gerçekte şehir meclisi hiç kapanmadı, düzensiz ve gizli olarak buluşmalar hep devam etti. Fakat Azat Efendi artık diplomasinin dışında kalmıştı.

       Sonra işler daha da kötüleşti. Meclis'in gizli faaliyetlerini öğrenen ve geri kalan az sayıda kurumun bağlılığını sağlayamayan Azat Efendi, İstanbul insanı üzerinde tam yönetim sağlamak üzere harekete geçti. Uzun süredir aradığı fare-adam büyüleri üzerine yazılmış dokümanları bir şekilde buldu. Bu büyüleri kullanmak konusunda Gaffar bey ile aralarında büyük bir fikir ayrılığı doğdu. Gaffar Bey fare adam üretimi ve İstanbul üzerinde tam hakimiyet sağlamak konularına temelden karşı idi. Zamanla bu olay, iki büyü ustasının aralarını açtı. Azat Efendi, Gaffar Bey'in karşıtlığına rağmen beyaz büyücülerinin çoğunluğu üzerinde etki sahibi idi. Bu etki belki de Mansur bey'in kuzeni olmasından kaynaklanıyordu kim bilir.

       İki sene içerisinde Azat efendi bir çok fare adam üreterek köşkteki fare adam mevcudiyetini iki katına çıkardı.

       Bu süre içerisinde Gaffar Bey kendi projelerine devam etti. Ancak Beyaz Köşk'teki ilk fare adam gurubundan yani Gezginler'den biri olan Topuz isimli fare adam (Fare adamlara insanlarla karışmaması açısından isim verilmezdi, sadece lakap takılırdı) aslında dışarıdaki belirsiz bir güç için çalışan bir muhbirdi. Topuz'un verdiği bilgilerle harekete geçen bir grup bilinçli saklı tür, Gaffar Bey'in dışarıda olduğu bir sırada , atölyeye baskın düzenlediler. Atölyenin savunmasını etkisiz hale getiren savaşçı grup, Genç Bilgililer'in bir kısmını katletti. Katliamın ortasında olay mahalline gelen Gaffar Bey'in, o zamana kadar bilinçsiz hiç bir şey yapmamış bu İstanbul beyefendisinin belki de ilk kez olarak ağzından ölüm sözcükleri döküldü. Ve saldırgan yaratıkların büyük bir kısmı cesetleri dahi ortada kalmamacasına katledildi. Etraf bir anda bu öfke karşısında korku içerisinde aklını kaybeden insan ve yaratıklarla doldu. Korkunç bir yanık kokusu etrafı kapladı. Saldırıdan son anda kurtulabilen Topuz'un bir bacağı koptu. Atölyenin büyük bir kısmı yıkıldı. Yeni geliştirilen Makine prototipi de bu öfkeden payını aldı. Bu olayın ardından Gaffar Bey'in çok sevdiği ekibi bile, kendisine karşı uzun bir süre mesafeli davrandılar.

       Bu olayın sonucunda, Gaffar Bey, Azat efendi ile vedalaştı ve ekibinden kalanları ve projelerini toplayarak kaybedilmiş topraklara, Çemberlitaş yönünde uzaklaştı. Meteor bölgesinin ardına geçmek, delice bir hareket olmasına rağmen, Azat Efendi, Gaffar Bey'e duyduğu saygıdan dolayı onu durdurmadı. Genç Bilgililer içerisinde Eminönü'nde kalanlar da oldu. Onlar da Beyaz Köşk ile bağlantılarını kopararak dağıldılar.

      (1972 - Gaffar beyin vedası)
       Azat efendi, 1972 yılından, 1974 yılına kadar, Beyaz Köşk'ün mevcudiyetini sürdürmeye çalıştı. Eminönü üzerinde otoritesini kaybetmemek için, kuvvet kullanımını arttırarak devam etti. Beyaz Köşk'de Azat Efendi'ye bağlı beyaz büyücüler arasında bile kopmalar meydana gelmeye başlamıştı.

  • Aydemir Bey ve Afet Sonrası Eminönü (1956-1971)

    •  1956'da bir gün...

       "Eminönü Merkez Postane'sindeki yazıhanede, Aydemir Bey her zaman olduğu gibi, masasında oturuyor ve ince çerçeveli gözlüğünü takmış, yazılmış bir dilekçeyi dikkatle inceliyordu. Ben de karşısındaki masada, işten bunalmış, önümdeki kağıtları karıştırıyor, çalışıyor izlenimi veriyordum. Önce bir gürültü duyduk, yüksek bir ses. Birbirimize soran gözlerle baktık. Ardından pencereye yöneldik. Aydemir Bey'le gökyüzüne bakmaya başladık. Gökyüzü göz alıcı bir beyazlığa büründü. Ardından korkunç bir sarsıntı başladı, dakikalar sürdü bu. Ben kendimi, dosya dolabının yanına, yere atmışım. Yıkılan eşyanın, kırılan camların, korku içinde bağıran insanların sesleri bu gün hala kulaklarımda. Gözlerimi açtığımda Aydemir Bey'i hala ayakta gördüm. Hiç kıpırdayamamıştı anlaşılan. Önündeki cam tuzla buz olmuştu. Hala dışarı bakıyordu. Ben de dışarı baktığımda kırmızı bir dumanın yavaş yavaş her yeri kapladığını gördüm. Bir iki dakika içinde gün ışığı bile kesildi. Büyük bir toz kütlesi içeriye doldu. Genzim yanmaya başladı. Öksürüğüm tuttu, boğulacak gibi oldum. Aydemir Bey'in sesini hayal meyal duyabiliyordum. Beni kolumdan çekerek postanenin koridoruna çıkardı. Neden sonra, bir bardak su içtiğimi hatırlıyorum. İşte bütün hikayem bundan ibaret."

       Katip Serbülent Bey - Kıyamet hikayeleri Yazı Dizisi - Arzın Çocukları Haftalık Gazetesi 4.Nisan.1974

       Aydemir Bey meteordan önce Eminönü Merkez Postane'sinde müdür olarak çalışıyordu. Otuzlu yaşlarına geldiği halde hala bekar hayatı sürüyordu ve artık bu durumdan biraz rahatsız olmaya başlamıştı. Ancak çalışmaya çok meraklı bir kişi olduğundan dolayı, sosyal yaşamı son derece hareketsizdi. Ve az beğenen biri olması sebebiyle taliplilerinin hepsini geri çevirmişti.

       Varlıklı bir ailenin tek çocuğu idi. Başarılı bir öğrenciydi ve ailesi onunla gurur duyardı. Anne ve babasını lise yıllarında kaybetti. Amcası onu Harbiye'ye gönderdi. Harbiye'den mezun olduktan sonra, çeşitli illerde subay olarak çalıştı. Üsteğmenliğe kadar yükseldiyse de subaylık mesleğinin kendisine göre olmadığını anladı ve ordudan ayrıldı. Postane'de çalışması ise gene onu çok seven amcası sayesinde mümkün oldu.

       Çalışmayı çok seven bir insan olmasının yanında, edebiyata da düşkündü. Zamanının önemli edebiyat dergilerinde A. Ekrem mahlası ile çeşitli şiirleri ve denemeleri yayımlanmıştı. Ancak bunu sadece çevresindeki bir kaç iyi arkadaşı biliyordu. Bu arada şunu da belirtmek yanlış olmaz herhalde; Aydemir Bey'in, üzerinde çalıştığı işle ilgili konularda kesin, sert bir duruşu vardı. Doğru olduğuna inandığı şeylerle ilgili çarpışmaktan asla çekinmezdi, bilakis bundan zevk duyardı. Ancak kendisi ile ilgili konularda bu sert tavır tamamen yıkılır ve bir o kadar çekingen ve mütevazı biri çıkardı karşınıza.

       İşte bu ilginç karakterli adam, meteor zamanı gelene kadar, posta idaresinde müdürlüğe kadar yükselmişti ve meteordan sonra, dünyanın tamamen değişmesi ile birlikte felaketten kurtulan herkes gibi bomboş, orta yerde kalakalmıştı. Kendi deyimiyle "iki zaman dilimi arasındaki o kalın çizginin, bir tarafındaki gerçek dünyadan, diğer taraftaki dünya karikatürüne" adımını atmıştı.

       Meteorun ardından 3-4 yıl, mahlukların istilası sebebi ile postane'de yaşadı Aydemir Bey. Ailesinden herhangi bir haber alamamıştı.

       Tabii Aydemir Bey'in yaşantısına göz atarken, dönemin İstanbul'una da bir bakış atmamız yerinde olur.

       1956 yılının 2'nci yarısında, meteorun ardından sağ kalanlar şehir meclisini kurdular. Ve bu meclis, önceki düzene mümkün mertebe devam edilmesi yönünde karar aldı. Tabii ihtiyaçlar yön değiştirdikçe, görevler oldukça farklılaştı. Çünkü dünya eski dünya değildi artık. Temel ihtiyaçları gidermeye dayalı bir politika güdüldü. Haberleşme de bu ihtiyaçlardan biri olduğu için, postane çalışmaya devam etti. Üstelik Eminönü'nde yıkımda ayakta kalan en uygun bina olduğu için , şehir meclisi de Büyük Postane'de toplanıyordu.

       Şehir meclisinin aldığı karar doğrultusunda, ülkenin çeşitli yerlerine haberciler gönderildi. İlk hedef diğer iller ve hatta ülkeler hakkında bilgi toplanması idi. Belki bir yerde birileri kurtulmuştu ve bir göç ile bu kaostan kurtulma ihtimali vardı.

       Bu atılım için herkes seferber oldu. Keşif ekipleri üzerine büyük yatırımlar yapıldı. Harbiye'den, Jandarma'dan sağ kalan birlikler bu keşif ekiplerinin temelini oluşturuyorlardı. Büyük bölükler halinde, defalarca seferler düzenlendi İstanbul dışına, başta Ankara olmak üzere bütün illere, hatta komşu balkan ülkelerine. Ancak hiç bir hedefe ulaşılamadı. Geri dönen birlikler hep çok uzağa gidemeyenlerdi. Mahluklar her yeri istila etmişti. Yeni bir ışık bulma çabası hiç yok olmadı ancak, bu çabaların 4-5 yıl sonra birinci gündem olmaktan çıktığı kesindi. 1956-1960 arasında yoğun olarak yaşanan bu dönem, daha sonra Arayış dönemi" olarak adlandırıldı.

       "Her gün, "bir yerden haber gelir mi? İstanbul dışından sağ kalan var mıdır acaba?" diye bir ümitle düşünürdük. Bu, 3-4 sene boyunca böyle devam etti. Ufak tefek haberler geldi tabii, ama bunlar, İstanbul dışındaki durumun ne derece büyük bir kaos içerdiği dışında en ufak bir tablo çizmiyordu. Sonunda 60'ların başında, artık bu araştırmalardan dolayı daha fazla kayıp vermenin anlamsız olduğuna karar verdik. Bizim için İstanbul harici bir gerçek yoktu. Bir yerlerde, birileri yaşıyorduysa eğer, onların gerçeği de orasıydı artık."

       Umut Dergisi 1977 - Aydemir Bey ile 50'ler ve meteor konulu söyleşiden.

       "İlk gidenleri hatırlıyorum, şehir meclisi daha kurulmadan. Felaketten 3-4 ay sonraydı. Galata köprüsünün tamamını doldurmuşlardı. (O zaman köprü yıkılmamıştı. Bir kaç vapur hala çalışıyordu) Kaç kişiydi bilemeyeceğim. Sadece köprünün hınca hınç dolu olduğunu hatırlıyorum. Rotamız Ankara diyorlardı. Hemen hepsi silahlanmıştı. Bir çok aile vardı sokakta. İçlerinde ailemden kalan son bir kaç akrabam da vardı. Onları bir türlü ikna edememiştim. Köprü üzerinde, o kalabalık ve uğultu içerisinde, ben hala fikirlerini değiştirmeye uğraşıyordum. Vapura ayak bastıkları anda onlara katılıp katılmamakla ilgili tereddüt ettiğimi, kendimle savaştığımı hatırlıyorum. Mantığım kalmamı, kalbim gitmemi istiyordu. Sonuçta mantığım kaldı ve kalbim onlarla gitti. Hala merak ederim akıbetlerini?"

       Felaket hikayeleri 2'nci baskı 1981. Mustafa Alkan Bey.

       Aydemir Bey Şehir Meclisi'nin kurucu üyelerinden biri idi. Farkında olduğu bir şey vardı ki, bu şaşkınlık ve arayış döneminde, İstanbul gün be gün kaybediliyordu. 1958 yılında Beyaz Köşk diye bir oluşumun, dayanıklı bir fare ırkını, büyü yolu ile ürettiğini öğrenmişti güvenilir bir dostundan. Ve birilerinin Şehir Meclisi'nden çok daha hızlı ve planlı hareket edebileceği düşüncesi ilk kez o zaman kafasında şekillendi. Şehir Meclisi'nin, herkesin sürekli tartıştığı oldukça hantal bir yapı olduğunun en çok o zaman farkına vardı. Beyaz Köşke karşı olmadı ama desteklemedi de. İlgi ile onun yükselişini izledi. "Mansur Bey ve Kuklacı'nın fare adamları" ve büyünün yükselişi karşısında, uzun bir süre sessizliğini muhafaza etti. Aslında bu dönemde Aydemir Bey'in olaylar içerisinde aktif rol almayışının arkasındaki neden de, meteor öncesinde bir rastlantı sonucunda tanıştığı bir İstanbul hanımefendisi, Münevver Hanım ile arasındaki ilişki idi.

       1961 yılında, Eminönü tarihinde ileride çok önemli rol oynayacak olan Şifa Yurdu, İstanbul'lu Selim Bey, İzmitli Mustafa Hoca ve Tarsuslu Derviş Hasan tarafından kuruldu. O tarihten itibaren Şifa Yurdu, Eminönü'ndeki insanlara daima manevi bir güç verdi.

       1962 yılında Aydemir Bey, Münevver Hanım ile evlendi. 1965 yılında ilk çocukları dünyaya geldi.

       "1955 yılı bir sonbahar sabahında, pastırma yazının ılık esintisi altında Sirkeci Garı'nın peronlarında dolaşıyordum. Pardösümü almayı ihmal ettiğimden dolayı hafif bir üşüme sarmıştı içimi. Bir kaç kez istasyon binasına girip çıktım bu yüzden. Bir konuğumu bekliyordum, uzak bir yerden gelecekti. Sonunda tren geldiğinde, bakınmak için binadan perona geri çıktım. Ve orada gördüm hayatıma anlam kazandırabileceğini düşündüğüm kadını. Gri geniş yakalı bir pardösü, kahverengi döpiyes ve aynı renkte bere, beyaz eldivenler ve beyaz bir ten. Bir dosya çantası taşıyordu. Bir süre durdu, ardından yürümeye başladı. Önümden geçip gidiyordu ki ansızın duraksayarak bana yöneldi ve bir soru sordu. Dönüş için bilet gişesini sordu yanlış hatırlamıyorsam. Herhalde doğru şeyi söyledim ki gülümseyerek teşekkür etti. Ardından konuğum göründü arkasından, belki bir iki soru sorarak bir sohbet başlatabilirim diye düşündüğüm bir anda. Ben de rica ederim dedim ve ayrıldık. Nice zaman sonra..."

       Arzın Çocukları Haftalık Gazetesi'nden 22.Temmuz.1974 Aydemir Bey konulu yazı

       1963 yılında Beyaz köşkün kapatılması için yapılan oylamada, olumsuz oy kullandı Aydemir Bey. Kapatılma kararından sonra, ünlü Beyaz Köşk ayaklanması yaşandı. Mahluklardan bağımsız olarak, insanlar arasında yaşanan ilk büyük trajedi... Bu olayın sonunda, ilk kez şehir meclisinden bağımsız bir oluşum meydana gelmişti. Beyaz Köşk, meclisi kapatmamıştı ama istekleri de bir bir yerine getiriliyordu.

       Bir sene sonra gelen Mansur Bey'in intihar haberi, bütün Eminönü'nü sarstı. Olaylara rağmen Mansur Bey hala sevilen bir adamdı. Mansur Bey'in vefatının ardından, herkes Kuklacı'nın oldukça hırslı bir politika güdeceği ve meclisi kapatarak, her şeyi yönetimi altına alacağı konusunda endişeye kapıldı. Ancak Kuklacı, halkı ve Şehir Meclisi'ni şaşırtarak, Beyaz Köşk'ü Eminönü siyasetinden dışarı çekmişti. O ayrılana kadar olan üç senelik dönemde, meclis eskisi kadar olmasa da, yeniden otorite kazandı.

       "Garip bir kişilikti bu Kuklacı. Tuhaf da bir maske takardı. Bir kez konuşmak nasip olmuştu. Önemsiz bir konu hakkında edilmiş bir kaç söz. Gariptir, karakterleri tahlil etme yeteneğime son derece güvenirdim, ama kuklacının nasıl biri olduğunu hiç algılayabildiğimi sanmıyorum. Başta her şeyi bir hesapla yaptığını düşündüm, sonuçta çok güçlü bir büyücü ve çok zeki bir adamdı. Hırslı olduğunu da düşünüyordum açıkçası. Ancak Mansur Bey'in vefatının ardından bu tezlerim de çürüdü."

       Umut Dergisi 1977- Aydemir Bey ile 50'ler ve meteor konulu söyleşiden

       1965 yılı sonrasında, Aydemir Bey, Eminönü politikası ile bu kez izleyici olarak değil, aktif olarak ilgilenmeye başladı. Daha önce Merkez Postanesi'nde tanıştığı çalışma arkadaşlarından Nihat Bey ile, Demirgül bölgesinin temsilcisi seçildi. Bu bölgeyi, Eminönü ve dolayısıyla İstanbul politikasında söz sahibi yapmak için, bir çok önemli kişi ile yapıcı ilişkiler kurdu. Çarşı bölgesinin en önemli temsilcisi Celal Hakkı Bey ile çok güzel bir dostluk kurdu. Babı-ali bölgesinden, mahluklar konusunda bir çok araştırmaya imza atmış, eski gazeteci Agah Bey'in de desteğini kazandı. Agah Bey, aktif siyasete çok bulaşmamış olsa da, çok bilgili ve sözü dinlenen bir adamdı. 1963 yılında mahluklar hakkında o zamana kadar yazılmış en geniş içerikli kaynak olan, "Saklı türler" isimli kitabı yayımlamıştı.

       1966 yılında, Şifa Yurdu ilk iyileştirme yeteneklerini göstermeye başladı. Yaratıklarla savaşan askerlere verdikleri şifa, Eminönü için büyük bir moral kaynağı oldu. Bu tarihten sonra pamuk ipliğinin, İngiliz sicimine dönüşmesi yolunda önemli adımlar atılacaktı.

       Gene 1966 yılında, Gaffar Bey'in desteklediği, Genç Bilgililer adındaki araştırmacı grup, büyük bir jeneratör yapımını başarıyla gerçekleştirdiler. Bu yapı meteor bölgesinde keşfedilen bir yer altı su kaynağının üzerine kurulmuştu. Eminönü enerji ihtiyacının önemli bir bölümü bu yapıdan elde edilmeye başlandı.

       1967 yılında Kuklacı'nın şehri terk etmesi ile birlikte, Mansur Bey'in kuzeni beyaz büyücü Azat Efendi, Beyaz Köşk'ün başına geçti. Aydemir Bey, Azat Efendi'de bir liderlik kabiliyeti görmüyordu. Onun dileği, Gaffar Bey'in köşk yönetimine geçmesi idi. Ancak Gaffar Bey zaten köşk üzerinde hak iddia etmeyeceğini baştan belirtmişti.

       Kuklacı'nın ayrılmasını müteakiben gerçekleşen fare adam ayaklanmaları, Beyaz Köşk'ün güç ve otoritesine büyük darbeler indirmeye başladığında, Şehir Meclisi'nden bazı gizemli kişiler, meclisten bağımsız gizli bir kurul meydana getirdiler. Bu kurulun amacı tam olarak bilinmese de, gelecekte şehir meclisine gizli toplantı mekanı ayarlanmasından, bazı aranan kişileri saklamaya kadar bir çok olayın içerisinde yer aldığı düşünülmektedir. Bu kuruldaki bazı kişiliklerin ismi, sonradan halk tarafından öğrenildi. Aydemir Bey'de bunlardan biri idi.

       1971 yılında Arzın Çocukları haftalık gazetesi yayın hayatına başladı. Agah Bey'in eski bir arkadaşı olan, Selami Bey'in yönetimindeki gazete, yayınlandığı dönemin aksine, hiddetli demeçlerden uzak, araştırmacı bir içerikle ortaya çıktı. Gazetenin editörü, Selami Bey'in yeğeni, Handan hanım'dı.

       Azat Efendi döneminde zayıflayan ve saldırganlaşan Beyaz Köşk, 1971 yılında Eminönü'nde sıkı yönetim ilan ediyor ve Büyük Postane'deki Şehir Meclisi'ni kapatıyordu. Aydemir Bey'in de üyelerinden olduğu yeni ve daha küçük meclis, bu olay öngörülerek, gizli bir bölgede açılıyordu. Bu gizli bölgenin sonradan, isyancı fare adamların kontrolü altındaki bölgeden kiralanan, karaya vurmuş bir kuru-yük gemisi olduğu açıklandı.

  • Beyaz Köşk'ün Sonu ve Yükseliş Cemiyeti Dönemi (1972-1980)

    •  1972 yılında, kurulun planladığı düşünülen, mecliste üzerinde uzun süredir tartışılan, bütün İstanbul'u bir araya getirmek amacıyla kurulması planlanan büyük cemiyet, Yükseliş Cemiyet'i adı altında kuruldu. Cemiyet'in önceliği, Beyaz Köşk denilen, artık kontrolden çıkmış oluşumu ortadan kaldırmak ve Şehir Meclisi'ni tekrar Büyük Postane'deki mekanında faaliyete geçirmek idi. Meclis'te yapılan oylama sonucunda, Yükseliş Cemiyeti'nin başkanlığına Aydemir Bey seçildi. Cemiyetin yönetim kurulu üyeleri ise Nihat, Agah, Ziya ve Mehmet Bey'lerdi.

       1973 yılında Yükseliş Cemiyeti, artık oldukça genişlemiş ve cemiyetle ilgili dedikodular, bütün Eminönü'ne yayılmıştı. Azat Efendi beyaz büyücülerden bir istihbarat örgütü kurmuş ve otoritesini reddeden cemiyet üyelerini yakalatma çalışmalarına başlamıştı. 1973 yılı boyunca bir çok cemiyet üyesi yakalandı ve yakalananlar öldürüldüler veya Eminönü'nden, meteor bölgesine sürüldüler. 1973 yılı sonunda yükseliş cemiyeti yeterli kuvveti toplamış hatta, Beyaz Köşk'ün miadını doldurduğunu düşünen bazı beyaz büyücüleri bünyesine katmıştı. Şifa Yurdu, olaylar süresince tarafsızlığını muhafaza etti.  1974 yılı yaz mevsiminde, Yükseliş Cemiyeti'nin büyük ayaklanması başladı. İstanbul tarihinin o zamana kadar gördüğü en kanlı çarpışmalar 1974 ayaklanmasında yaşandı. Çok kuvvetli beyaz büyücüler ve sayıca çok fare adamlara karşı, güçlenmiş yükseliş cemiyeti ve bazı isyankar fare adamların birliği. Sonuçta kaybeden taraf beyaz büyücüler oldu. Köşkün önünde, Azat Efendi ve beyaz büyücüleri yaptıkları son direnişte can verdiler. Ancak bu zafer cemiyet ve Eminönü için de oldukça pahalıya mal oldu.

       "O yıldızsız gecede, köşk sokağı gündüz gibi aydınlıktı. Sayıları oldukça azalmış olan beyaz büyücüler, olası tehditlerden haberdar olabilmek için, sokağı büyü ışığıyla doldurmuşlardı. Çok kudretlilerdi. Onlar arasında geçirdiğim yıllar süresince, bunu bu kadar idrak edememişim sanırım. Meğerse her şeyin daha kolay olacağına dair bir yanılgı, zihnimi esir etmiş, teslim olacaklarına dair inancım bu kör yanılgıdan ibaretmiş. Kuklacının talebeleri, sayıca az olmalarına rağmen, haftalardır direniyorlardı. Son direnişleri de elbette görkemli olacaktı.

       Ben kimdim? Biz zamanlar onlardan biri. Azat'ın yaptıklarına takati kalmadığından, gizlice izini kaybettirmiş ve cemiyete katılmış. Herkesin öldü bildiği... Sersem! Bir önceki hafta bir köşe başında sıkıştırdılar beni. O gün ölsem, huzura kavuşacaktım, ama korktuğum başıma geldi, beni tanıdılar ve gitmeme izin verdiler. Ve yüzlerindeki o hayal kırıklığı ve hüzün beynime öyle bir kazındı ki. Evet belki onlar Azat'ın yaptırdığı kıyımın aleti olmuşlardı. Ama en azından hain değillerdi. Peki yine, kimdim ben?

       Gecenin sonunda, zafer artık cemiyetin olacaktı, bu kesin. Bana ihtiyaç olduğunu düşünmüyordum artık. Bütün gece elimdeki bir şişe şaraptan güç alarak sokağa baktım ve baktım."

       Umut Dergisi 1976 - İsimsiz itiraflar.

       Bu ayaklanmanın bir önemi de, insanlar ve fare adamların yapıkları son büyük ittifak olmasıdır.

       Ardından Yükseliş Cemiyeti İstanbul üzerindeki hakimiyetini ilan etti ve Şehir Meclisi tekrar Büyük Postane'deki mevkiinde faaliyete geçti. 1975 yılı, tam bir toparlanma yılı idi. Bütün tahribat görmüş yerler tamir ediliyor, idari merciler açılıyor, meclis'in yapısı da değişiyor, Mahluklardan korunmak için düzenli birlikler toplanıyor kısacası tam bir yeniden yapılanma sürecine giriliyordu. Aynı sene, kurşundan daha az etkilenen mahluklara karşı, yakın dövüş silahları geliştirilmesine başlandı. İçinde, pala, savaş çekici gibi silahların barındığı ilk parti, Mısır çarşısı demircisi Mahmut Efendi ve çırağı Rüstem tarafından dövüldü ve teslimatı yapıldı. Bu sırada eğitim de ihmal edilmedi ve Cemil öğretmen önderliğindeki bir grup insan, yıkılan Eminönü mektebini yeni bir binada yeniden hizmete açtılar. Aydemir Bey ve Yükseliş cemiyeti yönetimi bu yapılanmanın her aşamasında bulunuyorlar, herhangi bir şeyin ters gitmesi ihtimaline karşı sürekli yeni stratejiler geliştiriyorlardı.

       1975 yılı aynı zamanda son derece önemli bir başka olaya sahne oldu. Meteor dışından İstanbul'a, bir grup ordu mensubu, bütün engelleri aşarak gelebilmişti. Binbaşı Yavuz'un önderliğindeki bu grup, Manisa'daki, 14 yıl yaratıklara karşı direnen bir piyade alayının son temsilcileri idi. Sayıları 45-50 kadar kaldığında, artık direnemeyeceklerini anlayarak, İstanbul'a yola çıkma kararı almışlardı ve sadece 8 asker bunu başarabilmişti. Bu askerlerin gördüklerinden yola çıkılarak, Agah Efendi'nin yazdığı saklı türler isimli kitap daha da geliştirildi. Pek fazla konuşmayan bu gruptan edinilen en umut kırıcı bilgi ise, yolda karşılaştıkları hiç bir yerde medeniyet göremedikleri idi.

       1976 yılı, felaket döneminin en refah içinde geçen yılı oldu. Eminönü içerisinde mahluk aktiviteleri azalmış, düzenli denebilecek yönetim sayesinde geçmiş yıllara göre ilerleme sağlanmıştı. Aydemir Bey, yakın dostu Çarşı bölgesi temsilcisi Celal Hakkı Bey'in kızı Perihan Hanım'ı, Yükseliş Cemiyeti'nin diplomatik ilişkiler sorumlusu olarak atamıştı. Bu olayın önemi, meteordan sonra yetişen ilk neslin önemli mevkilerde görev almaya başlaması olarak özetlenebilir. Perihan hanım, aynı yıl Cemil Öğretmenin oğlu, mısır çarşısı defterdar'ı Gediz Bey ile nişanlandı. Bu olay, Çarşı bölgesi çevresinde büyük mutlulukla karşılandı.

       1976 yılının önemli olaylarından bir diğeri, Arzın çocukları haftalık gazetesinde yazar olarak çalışmaya başlayan Konkav lakaplı fare adamdı. Bu olay önceleri tepki toplasa da, Arzın çocukları şiddetin azaldığı bu devrin sevilen bir gazetesiydi.

       1977 yılının ilk aylarına kadar, bu kısmi huzur ortamı süre geldi. Ancak 1977 yılının bahar ayında, Karaköy'de o zamana kadar hiç görülmemiş büyüklükte bir fare adam toplanması başladı. Aydemir Bey bu toplanmayı kaygı ile izliyordu. Ancak hemen sert tedbirler almadı. Sakin bir hareketle önce Karaköy bölgesinde yaşayan az sayıda insanı, dikkatleri çekmeden Eminönü'ne yerleştirdi. Ardından fare adamların önde gelenleriyle diyalog kurdu. Genel olarak fare adamlar, sayılarının çok artmasını gerekçe göstererek şu anda yerleştikleri iskele bölgesinin ihtiyaçlarını karşılayamadığını belittiler ve Karaköy bölgesine el koyduklarını ilan ettiler. Aydemir Bey fare adamlarla kurulan diplomatik temaslarda Ziya Bey'e güveniyordu. Ziya Bey, tutarlı bir ilişki yürütmeye çalışmasına rağmen fare adamların talepleri artarak devam etti. Karaköy bölgesi resmen olmasa da fiilen fare adamlara bırakılmıştı. Bu fare adamların çoğunu memnun etse de, Gizit adındaki bir fare adam oluşumunu tatmin etmedi.

       Gizitler,daha önce Eminönü dışında uzun bir süre yaşamış olan fare adamlar tarafından oluşturulmuş bir topluluktu. Aralarında Kuklacı tarafından büyü ile üretilen ilk nesilden olanlar mevcuttu. Ve onlara göre sayıca çok olanın en çok söz sahibi olması gerekiyordu. Bu grubun diğer bir çok fare adam üzerinde büyük bir nüfuzu vardı. Ve onların baskıları sonucunda Gizit oluşumu genişledi, 77 yılının yaz ayında, Gizit'e bağlı fare adamlar resmen Yükseliş Cemiyeti yönetimini tanımadıklarını ilan ettiler. Ardından Galata köprüsünü geçerek Eminönü'ne çeşitli akınlar başlattılar. Ve 1973'ten beri süregelen barış dönemi sona erdi.

       Savaş esnasında Eminönü çevresi biraz daha değişti. Eskiden sığınılacak mekan olarak kullanılan Antrepo, savaşı fırsat bilerek saldırıya geçen cinlerin kontrolü altına geçti. Yeni Cami - Galata köprüsü arasında siperler kazıldı. Karaköy'ün kaybedilmesiyle Beyoğlu ile iletişim oldukça zor hale geldi.

       Savaşta bütün Eminönü seferber olmuş, büyük kayıplar verilmiş, fakat düşmana da büyük kayıplar verdirilmişti. Binbaşı Yavuz küçük birliği ile bu savaşta büyük yararlılıklar gösterdi. Aynı zamanda, köşkten ayrılan beyaz büyücüler ve 1963'ten beri faaliyet gösteren Şifa Yurdu, Eminönü'nün savunulmasında büyük bir direnç gösterdiler.

       Sonbahar ayında savaş bütün yıkıcılığı ile sürerken, Perihan Hanım, fare adamlarla yeniden diplomasi kurulabilmesi amacıyla önemli atılımlar yaptı. Bu atılımların hemen hepsi, Aydemir Bey ve yükseliş Cemiyeti çevresinde, aynı zamanda da Arzın çocukları gazetesinin başını çektiği bir kısım halk arasında büyük destek gördü. Bu çalışmalar sonucunda, hemen hemen Gizit kadar güçlü ancak daha az katı olan bir fare adam klanı olan Galata ile iletişime geçilebildi.

       Savaş bütün şiddeti ile sürerken, hem insanlar, hem de fare adamlar, saklı türlerle mücadele etmekte gün geçtikçe daha çok zorlanıyorlardı. 1978 yılının başında Perihan Hanım'ın çabaları sonuç verdi ve Galata klanı, Gizitleri ateşkes yapmaya ikna etti ve barış için bir umut doğmuş oldu. Kış ayı yapılacak anlaşmanın pazarlıkları ile geçti. Anlaşmanın maddelerinde Karaköy'ün fare adam kontrolüne verilmesi buna karşın insanların da serbest dolaşım-yerleşim hakkına sahip olması ve fare adamların, eski yük gemisi bölgesini İnsanlara bırakmaları yer alıyordu. Başka bir çok konuda düzenlemeler de içeren anlaşma metni, 5 Nisan 1978'de imzalandı. Ardından yeni barış dönemine Galata köprüsü üzerinde büyük bir kutlama ile başlamasına karar verildi.

       14 Nisan 1978 tarihinde, Galata köprüsü üzerinde, müttefikliği simgeleyen büyük bir tak, altına da büyük bir sahne kuruldu. İnsanlardan ve fare adamlardan oluşan kalabalık bir ahali kutlamaya katılmak için köprü üzerini doldurmuştu. Ziya Bey ve Perihan Hanım, dış ilişkiler ekibi, Galata ve Gizit klan liderleri, sahne üzerinde çeşitli konuşmalar yaptılar. Bu esnada fare adam klanları arasında bir huzursuzluk baş gösterdi bunu takiben sahnenin altında büyük bir patlama meydana geldi. Kargaşa ve kaos arasında çatışmalar çıktı. Patlamada Perihan Hanım ve Gizit klanı lideri can verdiler, Ziya Bey ve Galata klanı lideri ise ağır yaralandı. Köprüde bulunan bir çok insan öldüler yada ağır yaralandılar. Fare adam ve insan korumalar arasında çatışmalar çıktı. Bu tarihten günümüze, fare adamlarla bir daha barış yapılmadı.

       "Sıcak bir gündü, sert bir rüzgar esiyordu Güneybatıdan. Köprüyü yıllardır hiç bu kadar kalabalık görmemiştim. Büyük anlaşma ki böyle adlandırılmıştı gazetede, herkeste yeni bir heyecan yaratmıştı. Perihan Hanım konuşmasını bitirdiğinde, genç gülümsemesinde bir işi başarmış olmanın verdiği mutluluk ve heyecanı okudum, capcanlı, dün gibi hatırlıyorum. Yanında oturan arkadaşım Ziya gözlük camını temizliyordu. Duygulanmıştı, belli etmemeye çalıştığını anladım. Aydemir ve ben ön saflardaydık, sahneye bizi de çağırmışlardı ancak gitmemiştik, çünkü bu başarının sahibi bizler değildik. Bir arka sıramızda, Cemil öğretmen, yanında Perihan hanım'ın nişanlısı olan oğlu Gediz, Handan hanım, Celal hakkı vardı. Bir Agah'ı getirememiştik, aksiliği tutmuştu o gün yine. Ansızın sahnedeki fare adam liderleri sanki bir şeyler sezmişçesine etrafa bakınmaya başladılar. Anonsu yapan delikanlı fare adamlar yönüne doğru bakmaya başladı. Sonra bir kargaşa ve patlama hatırlıyorum. Kulaklarım uğulduyor, korkunç manzaralar gözlerimin önünden geçiyor. Keşke Binbaşı Yavuz'u dinleseymişiz, o ısrar etmişti kutlamanın başka bir yerde yapılmasını, köprü güvenli değil diye.(Ed: Burada Nihat Bey duraksıyor bir süre) Neyse Ali Bey, buraları pek uzun tutmayayım isterseniz, pek için dayanmıyor.

       A: Tabi efendim nasıl isterseniz. N: Nihayetinde gel gelelim bu olayın sonrasına, Eminönü bir daha asla kendine gelemedi. Klan zihniyetinin temeli, o gün atıldı. Öyle bir trajediydi ki, sessiz sakin bir delikanlı olan Gediz, ruhu şad olsun, tamamen değişti. Binbaşılarla o bir tarafa gitti, gazeteciler diğer tarafa, biz kaldık ortada. Kötü oldu, çok kötü."

       Bir konuk :Eski Yükseliş cemiyeti yönetim kurulu asil üyesi Nihat Bey Yarım ada mecmuası 1998

       14 Nisan olayı, bir çok kaygı verici gelişmeyi beraberinde getirdi. Pek çok insan patlamalardan fare adamları sorumlu tuttu. Anlaşma yanlısı olan kişilere işbirlikçi sıfatı yakıştırıldı. O sırada zaten Eminönü'nde yaşamakta olan bazı fare adamlar,varolan baskı nedeniyle kaçmak zorunda kaldılar. Arzın çocukları gazetesinin barış destekçisi fare adam yazarı Konkav'da hedef olanlar arasındaydı. Olaylardan yaklaşık bir ay sonra, hala ılımlı bir politikayı savunan gazetenin binasının önünde gösteri yaptılar ve Konkav'ı istediler. Selami Bey reddedince, öfkeli bir grup tarafından gazete binasında yangın çıkarıldı. Selami Bey'in de içinde bulunduğu bir kısım gazeteci dumanda boğularak öldüler. Dışarı çıkabilenler arasındaki Konkav kalabalık tarafından alındı. Akıbeti bu gün dahi bilinmiyor. Arzın çocukları gazetesinin dağılışı böyle trajik bir olayın sonrasında meydana geldi. Aydemir Bey, Eminönü'nde yaşayan fare adamları kurtarabilmek için onların topluca Karaköy bölgesine sürülmeleri talimatını verdi. Yükseliş cemiyeti, Karaköy'lü fare adam çatışmaları kadar, Eminönü içerisinde çıkan isyanları da bastırmaya çalışıyordu. Cemiyetin bu kriz anındaki isabetli politikaları sayesinde, içeride olaylar daha fazla büyümeden yatıştırıldı. Gazete olayının faillerinin bir kısmı yakalandı ve meteor bölgesine sürüldü (Yıllardır kimseye bu ceza uygulanmıyordu)

       Bu kızgınlıktan doğan ikinci bir vukuat da, Perihan Hanım'ın ölümünden sonra toparlanamayan nişanlısı Gediz Bey'in, İstanbul'a gelişinden bu yana Yükseliş Cemiyeti'nin politikalarını pasif olmakla eleştiren, patlamayla beraber bir adamını kaybedişinin ardından cemiyetten tamamen kopan Binbaşı Yavuz ve adamları ile yeni bir oluşumun içine girmeleri oldu. İleride Lodos adını alacak klanın temelleri o zaman atıldı. Bu büyük acıya saygı duyan Aydemir Bey ve arkadaşları, bu oluşumu durdurmadılar.

       1979 yılında gelindiğinde, fare adam savaşlarında Eminönü oldukça zor durumda kalmıştı. Savaşın yorgunluğu ve psikolojik bitkinliği insanlara, fare adamlardan daha fazla tesir ediyordu. Bu esnada, artık Eminönü ile bağları iyice zayıflayan, bilinen İstanbul'un en doğu ucu Beyoğlu'ndan, Arzuhalci denilen bir adam geldi. 35-40 yaşlarında, dikkat çekici bir adam olan Arzuhalci, Aydemir Bey'le ihtiyaç duyulabilecek bir keşfi üzerine konuşmak üzere geldiğini bildirdi.

       Ruh taşı denilen icat işte bu konuşmanın ardından Eminönü tarihindeki yerini aldı. Bu taşlar yardımıyla insan vücudu, çeşitli yerlere seyahat etmeksizin ulaşabiliyordu. Bu garip keşfin sırrına karşılık Arzuhalci, Eminönü içerisinde cemiyetten bağımsız bir toprak talebinde bulundu. Aydemir Bey, saklı türlere karşı savaşta büyük avantaj sağlayabilecek bu keşfin, belki de kendi kullanmasından çok yanlış ellere geçmesini istemediğinden dolayı bu talebi kabul etti.

       1979 yılı sonunda, hızlı yolculuk avantajını da kullanan Yükseliş Cemiyeti kuvvetleri, Şifa Yurdunun desteğini de arkalarına alarak fare adamlara karşı durumu dengelemeyi başardılar. Ardından barış gelmese de, yenişemeyen taraflar arasındaki çatışmalar azaldı.

  • Yükseliş cemiyetinin sonu, Teşkilat'ın kuruluşu ve Klanlar devri (1980-1990)

    •  80'lere girilmesi ile birlikte Eminönü'nün yorgun ve tekdüze yaşamında, trajik bir olay daha vuku buldu. 1981 yılında, Aydemir Bey'in eşi Münevver Hanım, alerjik bir hastalık sonucunda kısa sürede bitkin düştü ve vefat etti. Münevver Hanım'ın vefatı bütün Eminönü'nde büyük üzüntü ile karşılandı. Kendisi Yükseliş Cemiyeti içerisinde bir çok önemli vazife üstlenmiş, ancak hiç bir zaman ön plana çıkmak istememişti. Cenazesinde, bütün İstanbul halkı bulundu. Bu olayın en büyük sonuçlarından biri Aydemir Bey'in, yıl sonunda Yükseliş Cemiyet'i başkanlığı görevinden ayrılması idi.

       "Aydemir, meteorun ilk zamanlarındaki yıkım ve kıyımdan çok etkilenmişti. Bana söylediğine göre kendisine bir söz vermiş, çok sevdiği eşi Münevver Hanım'ı, meteor ve onun getirdiği iğrençliklere teslim etmeyeceğine dair. O Münevver Hanım'ın olabildiğince normal bir yaşam sürüp, yaşama vedasının da normal nedenlerden olmasını istiyordu. Hastalık başlangıcından itibaren, hemen her günü onların evinde geçirdim . Aydemir, Münevver Hanım'ın yanında çok az ayrıldı. Bir bahar sabahı ölüm Münevver Hanımı aramızdan ayırdığında, belki de Aydemir Bey'in tek tesellisi, onu sevdikleriyle beraber, uğurlamış olmaktı. Sonrasında Aydemir Bey Yükseliş Cemiyet'indeki yarım kalan işlerini bir bir tamamladı ve yöneticilik ve hatta üyelik dahil her şeyden elini eteğini çekti. Çocukları Sevgi ve Oktay ile beraber sakin bir yaşam sürdü."

       Nihat Bey ile söyleşi. Ekim 1989

       Aydemir Bey'in ayrılışı sonrasında Yükseliş Cemiyeti başkanlığına Ziya Bey geçti. Ancak Yükseliş Cemiyeti, 14 Nisan olaylarından sonra eski heyecanını kaybetmişti.Cemiyet genel olarak büyük atılımlar yapmaktan çok, yapılması gereken işleri yapan bir devlet kurumu niteliği kazanmıştı. 1983 yılında Cemiyet Yönetim Kurulu'nun desteği ve Şehir Meclisinin kararı ile Yükseliş Cemiyeti kapatıldı ve yerine Yükseliş Cemiyeti'nin son yıllarda kazandığı kimliğin bir devamı niteliğinde olan, ancak tarafsızlık politikasını benimsemiş "Teşkilat" kuruldu. Ziya Bey, meclis tarafından Teşkilat başkanlığına önerildiyse de, o bu görevi kabul etmedi ve Agah Bey, 1983 yılında Teşkilat'ın başkanı seçildi.

       1983 yılının yaz ayında Gediz Bey, Yavuz Binbaşı ve yandaşları, Eminönü'nde o zamana kadarki en güçlü oluşumu, büyük bir nefret üzerine temellendirdiler. Lodos Klanı, sayıları birkaç yüze varan tecrübeli savaşçı, büyücü ve şifacı tarafından kuruldu. Klan, meclis ve teşkilat tarafından tedirginlikle karşılansa da, yaratıkları yok etmek üzerine kurdukları stratejileri, Eminönü'nün menfaatleri ile çelişmiyordu. Aslında bu tedirginliğin en büyük nedeni, klanın yaptığı propagandaların tamamının öfke ve kudret üzerine yönlendirilmiş olması idi. Lodos Klanı'na göre mahluklar bu dünya üzerinden temizlenmeleri gereken hastalıklardı.

       1984 yılında, İstanbul'un çeşitli bölgelerinden gelen bir takım kanunsuz insan çetelerinin Meteor tarafında kendilerine bir kurtarılmış bölge yarattıkları tespit edildi ise de buna olumlu yaklaşıldı. Agah Bey, bu kanunsuz grupların, Teşkilat ile aralarında bir çatışma çıkmaması amacıyla liderleri ile görüşmeler yaptı. Ve bazı anlaşmalar yapıldı.

       1984 yılında Handan Hanım öncülüğünde bir araya gelen eski Arzın Çocukları gazetesi ekibi, var olan yaratık karşıtı sert politikalara karşı durmak amacıyla Arzın Çocukları birliğini kurdular ve eski gazete yandaşlarını da yanlarında topladılar. Birlik, dünya üzerinde var olması muhtemel uzlaşılabilir yaratıkları saptamak amacıyla bir keşif komitesi kurdu. Bu komite, silahlı savaşçı, büyücü ve şifacılardan oluşuyor ve meteor bölgesinin bütün tehlikelerine karşın, iletişim kurulabilecek mahlukları arıyorlardı.

       1986 yılında meteor bölgesinde maden çıkartmak amacıyla kazı yapan Arzın Çocukları keşif grubundan bir ekip, büyük bir mekanın girişi olduğu düşünülen bir yer keşfetti. Arzın çocukları bu yeni mekanı uzun bir süre gizli olarak araştırdı. Adem Bey önderliğindeki küçük keşif ekipleri bu büyük girişin toprak altında kalmış kısımlarını ortaya çıkartmak için aylarca kazma salladılar. Ardından giriş kısmı şaşırtıcı derecede sağlam kalmış büyük bir hole doğru açıldı. Burası prizmatik şekillerin hakim olduğu, değişik bir medeniyete ait olduğu izlenimini veren bir mekandı. Arzın Çocukları bu büyük holü araştırmaya başlarken, onları takibe almış bir Lodos ajanı, bu faaliyetleri Lodos Klanı'na bildirdi. Araştırma günlerinden birinde bölge Binbaşı Yavuz önderliğindeki Lodos Klanı mensupları tarafından basıldı. Bundan sonrası sadece söylentilerden ibaret. Her iki klan mensupları arasında her ne geçtiyse de, bunun şahidi kalmadı. Tek bilinen bu iki grubun arasında çatışma çıktığı (ki bunu orada araştırma yapan bağımsız teşkilat yetkililerinin incelemelerinden anlıyoruz), Binbaşı Yavuz ve Adem Bey dahil bütün herkesin öldüğü. Çatışma sebebinin muamması bir yana, en büyük gariplik , arada başka bazı silahlara dair izlerin de bulunduğu. Ne Lodos'ta, ne de Arzın çocuklarında bulunmayan bazı silahlar.

       Tabii bu olaylar iki taraf arasında farklı yorumlandı. Güneşin öncüleri lideri Gediz bey, Binbaşı Yavuz'un kaybından dolayı çok öfkelenerek, Arzın Çocuklarını gizli işler çevirmek ve yaratıklarla birlik olmakla suçlarken, Arzın Çocukları lideri Handan Hanım ise, Lodos'un, Arz'ın keşif ekibine saldırdığını, o zamana kadar hiç bir olayın vuku bulmadığı o yerde bilinçli katliam yapmakla suçladı.

       Teşkilat, olayların büyümesini engellemeye çalıştıysa da, artık bazı şeyler geri dönülemeyecek noktalara geldi. Şehrin içinde olmasa da Lodos ve Arz klanları arasında Meteor bölgesinde çatışmalar çıkmaya başladı.

       1987 yılının başlarında Eminönü Şehir Meclisi ile, menşei tam olarak bilinmeyen, meteorlu tüccarlar arasında ticari bağlar gelişti. İstanbul'un işgal altındaki çeşitli bölgelerine gizli olarak girebilen bu yeraltı oluşumu, inişli çıkışlı fiyatları ve bazı neredeyse bulunmaz malları temin etmesiyle, Eminönü için dahi cazip bir pazar olmuştu. Bu tüccarların içerisinde fare adamların, hatta köle olarak cinlerin de çalıştırılması, Eminönü'nde oldukça merakla karşılandı. Oluşumun başındaki Mebrure hanım, oldukça enteresan bir kişilikti. Geçmişi ile ilgili çok az bilgi bulunan, sert yüz hatlarına sahip bu enteresan kadın, ticari ve politika yeteneği ve yaptığı yerinde manevralar ile, mahluklar dışındaki zeki varlıkların ilgi odağı olmuştu.

       1987-88 yılları, çoğunluğu meteor bölgesinde olmak üzere, klanlar arası çatışmalar ile geçti. Bu çatışmalarda her iki klan da büyük kayıplar verdiler. Klan liderlerinden, en basit klan üyesine kadar bütün klan üyeleri silahlı idi artık. Arz lideri Handan Hanım, 70'lerde başladığı büyü çalışmalarını iyiden iyiye geliştirmişti. Lodos klanında ise, Gediz bey bizzat talimlere katılıyordu. Herkesle beraber gösterdiği bu direnç, üyelerin Lodos'a daha da bağlanmalarına neden oluyordu.

       1989 yılında, klanlardaki görev dağılımları iyice belirginleşmişti. Belki de benzer çevresel şartlardan ötürü, benzer bir görev dağılımı göze çarpmaktaydı iki klan arasında. Klanların da kendi içlerinde meclisleri vardı ve oylamayla, çeşitli önemli mevkilere gelmek üzere, kendini kanıtlamış üyeler arasından seçimler yaptılar.

       Lodos'ta bu mevkilerden biri klan demircisi idi ve Lodos klan demircisi Cevdet usta, 1989'da o zamana kadar yapılmış en değerli silahı ki bu bir balyozdu, Lodos baş savaşçısı, Binbaşı Yavuz'un adamlarından, Üsteğmen Nazım için dövdü. 1989-91 yıların arasında, bu balyoz'la kazandığı başarıların ardından, Üsteğmen Nazım'ın adı, Balyoz Nazım olarak anılır oldu.

  • Kaos ve Klan Savaşları Devri (1990-2000)

    •  1990 yılı, büyük bir yasadışı oluşumun ilk kez ortaya çıkmasına sahne oldu: Zincir Çetesi. Lodos Klanı merkezi, eski han'ın ötesindeki terkedilmiş binalara yerleşen çeteciler, o bölgede yaşam mücadelesi veren çok sayıda Eminönü sakinini bölgeden sürdü. Teşkilat tarafından olayın kaynağı araştırıldığında, oluşumun temellerinin oldukça derinlere uzandığı ve uzun süredir faaliyette olduğu gerçeği ortaya çıktı. Bu çeteden , bazı kişiler zaman içinde deşifre edildi. Bunların çoğunluğu meteor bölgesinden olmakla beraber, aralarında , bazı eski üst düzey Yükseliş cemiyeti görevlileri, hatta bir beyaz büyücü dahi bulunduğu ortaya çıktı. Teşkilat'a bağlı birlikler, artık bu tehditle de mücadele etmek zorundaydılar.

       1991 yılında İstanbul meclisi, Zincir çetesini öncelikli tehdit olarak gördüğünü ilan etti ve her bireyinin tek tek yakalanarak, ihanet suçundan yargılanacağını bildiren kararname çıkarıldı.

       Bahar ayında, bir çok çete üyesi yakalandı ve yakalananların bazıları idam edildi. Bahar sonuna doğru Zincir çetesi, büyük bir baskın düzenleyerek , hala meclis olarak kullanılan Büyük Postane'ye yıkıcı bir saldırı düzenlediler. Büyük Postane'de ikamet eden bazı meclis üyeleri tahliye edilemeden can verdiler. Zincir çetesine bağlı çok sayıda büyücünün, postane içinde patlayan büyüleri üzerine binanın büyük bir bölümü yıkıldı ve kullanılamaz duruma geldi. Bu çok büyük saldırıdan, bir çok meclis üyesi, jandarma ve o bölgeye çok yakın konuşlanmış Arzın Çocukları klanının olağanüstü gayretleri ile kurtarıldı.

       Postane'deki yıkımın ardından, Teşkilat tedbirlerini aldı ve yeni meclis binasının, yer altına yapılmasına karar verildi.

       1992 yılı başında, meteor bölgesinde bulunan, meteor etkisi ile başkalaşmış olan vahşi yamyamların, nam-ı diğer "İlikçiler"'in ortadan kaldırılması amacıyla Lodos klanı, bütün klan mensuplarına savaş çağrısı yaptı. Kurulduğundan beri İlikçilerin bilinçli sayılamayacaklarını ve toplu katliamlarının geçerli neden gösterilmediği sürece, onları iyileştirecek bir formül bulunamayacağı kesinleşene kadar yasaklanması gerektiğini savunan Arz'ın Çocukları, bu olayın fikren ve fiilen karşısında duracağını belirtti. Lodos klanı lideri Gediz bey, Arz'ın Çocukları'nın, işlerine karıştıkları müddetçe, ilikçilerin yanına göndereceğini, şehir meclisinde resmi bir bildiriyle ilan etti. Agah Bey, teşkilatın olaylara müdahale yetkisi, meteor bölgesini kapsamadığı ve bu iki klana karşı duracak askeri gücü sağladığı takdirde Eminönü'nün savunmasız kalacağını belirterek, büyük üzüntü duymakla beraber iki klan arasında çatışma çıkması durumunda Teşkilat'ın tarafsızlık ilkesini sürdürmeye devam edeceğini bildirdi.

       Gediz Bey'in bizzat yönettiği Lodos klanı, meteor bölgesinde, Handan Hanım'ın yönettiği Arzın Çocuklar ile karşı karşıya geldi. Artık aralarında söylenecek bir şey kalmayan iki klan arasında, o zamana kadar ki en büyük çarpışma meydana geldi. Savaşta yenişemeyen iki klan da büyük kayıplar vererek savaş alanını terk ettiler. En ön saflarda yer alan Gediz bey, doktor ve şifacıların yeteneklerini aşan bir yara ile savaş alanında yığıldı kaldı.

       Gediz bey, Klan savaşından 2 gün sonra hayata gözlerini yumdu. Yerine çok güvendiği Balyoz Nazım'ın geçmesini vasiyet etti. Naaşı, bazı itirazlara rağmen Perihan Hanım'ın yanındaki boş mezara gömüldü. Bu savaşın ardından Eminönü meclisi 1 aylık yas ilan etti.

  • Hidra Savaşı

    •  1996 yılının yaz ayında, Eminönü içinde o güne kadar yaşanmış Mahluk savaşlarının en büyüğü gerçekleşti. Daha sonra mitolojik ismiyle adlandırılacak olan 3 başlı dev yaratık, Eminönü'ne denizden geldi. Mısır Çarşısı tarafındaki park bölgesinde karaya çıkan yaratık, Eminönü sahilinde o zamana kadar görülmüş kıyımlardan en büyüğünü gerçekleştirdi. Teşkilat acil müdahale grubu, yaratığı yavaşlatmak ve halkı güvenli bölgelere sevk edebilmek için büyük bir mücadele verdi. fare adam savaşlarından kalma siperler bir bir düştü... Klan mensupları dahil herkes, uzun yıllar sonunda ilk kez aynı saflarda savaştılar. Çok değerli mücadeleciler kaybedildi. Sonunda bir başı cansız serilen yaratık, geri çekildi. Ancak Hidra korkusu, Eminönü'nde yaşayan insanlar arasında yerleşti. Bir zafer kazanılmış, fakat bu zafer umutları tazeleyememişti.

       90'ların sonuna yaklaşırken, bazı cesur gruplar, meteor bölgesine yapılan keşif gezilerini arttırmışlardı. Özellikle "Büyük Hol" girişi pek çok gizem barındırıyordu. Ve bunun için teşkilat tarafından örgütlenen arayıcı bir grup, çalışmalarını sürdürüyordu. Tehlikeler bilgiye aç gurupları durdurmaya yeterli değildi.

       Yeni bin yıl, Eminönü için yeni trajik haberlerle başladı. 2000 yılının 11 Mart'ında, Balyoz Nazım, yemeğine karıştırılan kuvvetli bir madde ile zehirlendi. Tıbbın imkanlarını ve şifacıların ustalıklarını aşan bu zehir nedeniyle, Balyoz Nazım birkaç saat içerisinde komaya girdi ve öldü.

       Suikastı kimin düzenlediği tespit edilemedi. Lodos klanı mensupları, saldırıdan dolayı Arz'ın Çocukları'nı suçladılar. Bazı kimseler, Lodos klan binasına çok yakın konumlandıkları için çetecilerden şüphelendiler. Ancak yapılan araştırmalar yeterli olamadı. Ve Eminönü, felaket sonrası dönemin yetiştirdiği önemli kahramanlardan birini daha kaybetti.

       Lodos'ta Balyoz Nazım'ın vefatından 1 ay sonra yapılan liderlik seçimini İsmet Bey kazandı.

  • 2000'li yıllardan günümüze

    •  Agah Bey önderliğindeki Teşkilat her zamanki tarafsız tutumunu muhafaza ederek, Eminönü'nde yaşam için gerekli temel ihtiyaçları sağlamaya devam etti. Jandarma içersideki eski askerlerden, kimsenin adını bilmediği "Komutan" lakaplı kişi, Teşkilat'ın askeri kolunu yönetmeye başladı. Mısır çarşısı Teşkilat'ın kalbi olmayı sürdürdü.

       Şehir Meclisi de geçen zaman içerisinde bir çok değişikliğe uğradı. Ancak İstanbul'un hala en etkili yönetim mekanizması, Mısır Çarşısı altındaki gizli ve çok iyi korunan yer altı salonunda varlığını sürdüren bu meclis. Meclis üyeleri zamanla değişse de, Ziya Bey, Nihat Bey gibi isimler, ilerlemiş yaşlarına rağmen Eminönü politikasında önemli yerlere sahipler.

       Klan mevzuatına gelince; İki klanı birbirinden ayıran büyük öfke derinleşmeye devam etti. Artık daha iyi savaşma yeteneğine sahip klanların nüfusları gitgide arttı. Eminönü şehir meclisinin bu konuda tarafsızlığını muhafaza etmek dışında bir alternatifi yoktu. Klan savaşlarını durdurmak için belki de çok geç kalınmıştı.

Sobee Studios

2006-2017 © Tüm hakları TTNET A.Ş.'ne aittir.

Siteyi kullanarak KULLANIM SÖZLEŞMESİNİkabul etmiş sayılırsınız.